Blog Arşivi

29 Nisan 2021 Perşembe

Balkonumu renklendiren dostlarım 🤗

 

Biliyor musunuz ben onları kimsesiz çocuklara benzetiyorum bazen.Yuvalarından koparılmış, hepsi bir arada ama yapayalnız bekleşiyorlar çiçek pazarlarında.. Birileri gelip alsın ve yaşama tutunmaları için el uzatsın diye onlara.

Ve sonra bir çocuğa sahip çıkar gibi sahipleniyorsunuz onlardan bir kaçını.. 

Belki aslında ait oldukları doğanın koynuna değil ama en azından onun kokusunda minicik bir parçasına konduruyor ; kalan ömründe artık onlara kol kanat gerip, besleyecek, kendilerine ait bir avuç toprakla buluşturuyorsunuz sevgiyle. Küçücük bir çukur açıp, tam içine oturuyorsunuz ki köklerini; iki farklı toprak birbirine iyice sarılsın, kaynaşsın. Su ile, sevgi ile besliyorsunuz ki her gün ; kök salsın, tutunsun bir an önce yeni yuvasına, heyecanla güneşe bakan çiçekleri çoğalsın..
Unutsun sahipsiz günlerini, yeni dünyasında rengarenk, yepyeni umutlar yeşersin..


Ve en güzeli ne biliyor musunuz?
Artık ait oldukları yuvayı kabullenip, canlandıklarında sohbet edebiliyorsunuz onlarla gönlünüzce. Ne der diye düşünmeden, olduğunuz gibi, özgürce..
Tarafsız, sonsuz bir sabırla dinliyorlar sizi her gün, ta ki siz susana dek. Yargılamıyor, eleştirmiyor, yalnış anlamıyorlar ve ömürleri bitene dek terk etmiyorlar sizi.
Ve siz..
İyisiyle, kötüsüyle içinizi döküp, tüm söyleyecekleriniz bittiğinde ; buluvermiş oluyorsunuz sorularınızın cevaplarını, onların içtenliği , masumiyeti, renkli sessizliği içinde..
Bazen dudağınızın kenarında minik bir gülümseme ve  bazen de göz pınarınızdan süzülüveren iki damla yaş ile..

Çiçek açsın gönlünüz🤗🌼🌿🌺🍃🌸

Sevgilerimle.. 

27 Nisan 2021 Salı

Doğanın Dilinden🌿🌼🌾🐞🍃🍀🤗


Binaların arasına sıkışmış güzellikleri, çiçeği, böceği, yeşili dolaştım biraz bugün.


Onlarda bizim gibi nefesleri tümden kesilmesin diye, var olma savaşı vermekte kendilerince..
Ve bu kara günlerin içinde onları, umudu görebilen, hissedebilen yürekleri renklendirmekte..
Yaprak olup tutunun diye çiçeklerin dalına.. ..🍀🌼🍃
Tohum olun yeşermeye hep hazır.. 🌱🌾
Çiçek olup ğöğe uzanırken misler gibi  kokunuz , böcek olup dolaşın o çimlerin koynunda.. 🌸🐞🌻


Umudunuz sımsıkı sarmalasın, kurumaya yüz tutmuş bedenlerinizi..🤗☀️
Ruhunuz pes etmeden yeşersin, sanki sonbaharlar hiç yokmuş gibi.. 🍂🍁🌞


(Güzel fotoğraf çekmeyi de hiç beceremiyorum ama beni de böyle idare edin artık🤭🙃) 
Sevgiler🧚‍♀️
 

25 Nisan 2021 Pazar

Çiçero ve Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?


Şöyle bir film seyretsem diye bakındığım zamanlarda ,kaç kez görmüş olsam da hiç dikkatimi çekmemişti bu film. Çok sevgili bir arkadaşımın önerisi ile izledim anlayacağınız ve ben beğendim, etkilendim de. İzlenmeli bence..

II. Dünya Savaşı sırasında Ankara 'daki İngiliz Büyükelçiliği'nde uşaklık yapan ve buradan elde ettiği gizli bilgi ve belgelerle Nazi Almanyası adına casusluk eden ,ÇİÇERO kod adlı Arnavut Elyasa Bazna'nın hayatını konu alıyor. Bu sebeple filmi anlatan birçok yerde kendisinden " II. Dünya Savaşı'nın kaderini değiştiren Türk " olarak bahsediliyor.
Erdal Beşikçioğlu , Burcu Biricik başrollerde yer alıyor ve gerek her ikisinin , gerek se de Tamer Levent (ki çok severim kendisini :)  )  başta olmak üzere genel anlamda oyunculukları gerçekten çok başarılı.. 
Savaş sırasında tarafsız kalmayı tercih eden Türkiye'ye Almanlar ve İngilizlerin baskıları dikkat çekici ..


Gerçek bir aşk,  gerçeğin içine çok güzel gizlenmiş yalanlar ,ihanetin içine gizlenmiş sadakat ve çok küçük bir ayrıntı gibi görünüp ne büyük bir yaraya parmak basılan Down sendromlu çocuklar ..
Beni etkisi altına alan birkaç yanı efenim..


Bir çoğunuz zaten duymuş ve belki izlemişsinizdir de bugünlerde. Yılmaz Erdoğan 'ın yazıp yönettiği bir tiyatro oyununun ,yine kendisi tarafından sinemaya uyarlanmış hali. 1948 yılında İstanbul'da üstün zekalı bir çocuk olarak dünyaya gelen Gülseren'in hayatından kesitler sunuyor. 
Valla sevdin mi derseniz evet derim.  Ama öyle çok fazla beklentiye girilecek bir yapım da değil sanki. Ben tiyatrosunu izlememiştim ama filmin başından itibaren tiyatro sahnelerinin birbiri ucuna eklendiği hissini verdi bana. Yani daha kalıcı olması ve istenildiği zaman izlenebilmesi açısından iyi olmuş mutlaka sinemaya taşınması ,herkesin emeğine sağlık. Ama bir sinema filmi tadı vermedi açıkçası bana . Yine de özetlemem gerekirse tam şöyle çay, kahve, çekirdek modunda ,ailece oturup 
izleyebileceğiniz ,biraz kafam dağılsın diyebileceğiniz türden .
Samimi, sıcacık, içten ve çok bizden ..Net ..Hüznü de ,sevgiyi de , kahkahayı da  pek bir ayarında hissedeceğiniz ve aynı zamanda ,içerdiği yıllar itibarıyle geçmiş yılların Türkiye'sine ait küçük lezzetler bulabileceğiniz bir yapım ve oyunculuklar gayet güzel. Özellikle Ecem Erkek bu role çok yakışmış ..

İzleyecek sevgili okurlara ,şimdiden iyi seyirler :)
İyi haftalar ,sevgiler :)
 

11 Nisan 2021 Pazar

Şerbetçiotu'nun Hikayesi🍃


Bu fotoğraflar geçen yaz, memleket ziyaretinden sevgili arkadaşlar.. O gün bugün birkaç satır karalayıp, paylaşmak istiyordum sizinle ama bugüne kısmetmiş demek🤗 

Umarım  birkaçınızın gözüne takılır ve tanıştırabilirim sizi Şerbetçiotu ile.. 

Şerbetçiotu nedir bilen, onunla tanışmış olan  var mı acaba aranızda? Vardır belki ama eminim pek çoğunuz da duymamış olabilirsiniz. Efendim Şerbetçiotu ,biranın mayası. Evet ya bira mayası. 

Bilecik ili, Pazaryeri ilçesi ki benim baba memleketimdir kendileri ve bildiğim kadarıyla ülkemizde Şerbetçiotu yetiştirilen tek yer. 

Ben sanırım 80 li yıllarda tanıştım kendisi ile.. Üretimin ilçemizde yeni başladığı ,ilçede hemen hemen her hanenin yeni bir üretim sahası merakı, büyük bir heves ve umutla üretimine başlayarak şerbetçiotunu hayatına kattığı o yıllar.. Çiftçi olan ,geçimini tarım üzerinden sağlayan yerleşik halk daha büyük boyutlu işin içindedir tabii ama özellikle o dönem ,şerbetçiotu üretmek için çiftçi olmanıza gerek yoktur. İki üç dönüm tarlası olan memur, işçi ,ticaret erbabı vs herkes ek kazanç kapısı olarak gördüğü şerbetçiotu üretimine el atmış hatta bunun için tarla alanlar bile çok olmuştur. 

Öyle her yıl yeniden ekilen, dikilen bir ürün değildir. Her yıl aynı kökten yetişir. Tarlaya şerbetçiotu ekmeye karar verildiğinde , sıralar oluşturulur ,şerbetçiotu kökleri her sıraya belli aralıklarla ekilir . Sonra her sıraya birkaç tane kocaman elektrik direkleri gibi direkler dikilir ,direkler arasında kalın teller gerilir ve her şerbetçiotu kökünün olduğu yerden yukarıya tellere bu kez de kalın  ipler gerilir. Şerbetçiotu baharda yeşermeye başladığında o gerilen ipe sarılır aynı sarmaşık misali ve sonra o yolunu bulup sarılaa sarıla direğin en üst tepesine kadar büyür. Bu arada yan dallarda uzamaya ve hemen yanındaki şerbetçiotunun dallarına değmeye ,ufak ufak onlarda birbirine ısınmaya başlamışlardır çoktan.

Ve sonra küçük kozalar belirir yaprakların arasında .Yavaaaşş yavaaşş öyle güzel büyürler ki hep birlikte. Tarladaki her sıranın arası yabani otlardan temizlenir belli aralıklarla ,kazılarak su yolları açılır ve tarlanın su kuyusundan uzanan kocaman su boruları ile her sıranın başından verirsiniz suyunu .Yavaş yavaş sıranın sonuna kadar ,o kazılan toprak suya kana kana gider öylece. Önce 3-5 sıra , daha sonra bir sonraki 3-5  sıra derken sulamanız bittiğinde o suyun serinliğini, suya doymuş toprağın huzurunu ve yaprakların arasından size gülümseyen güneşin sıcaklığını hissederek siz de o mutluluğu paylaşırsınız şerbetçiotları ile. Böyle yazdığıma bakmayınız efenim , o yıllarda hiç böyle düşündüğümü hatırlamıyorum mesela. Çünkü ben hiç bir zaman sevmedim bu tarla tokat işlerini. 🙈Öğretmen bir babanın ailesi olarak ,o zamanlar biz çok yabancıyız tabii bu tip işlere  ama her şey tarım işçileri ile olmuyor. Sevsen de sevmesen de ,iş başa düşünce öğreniyorsun ister istemez bir çok şeyi .Her işin bir zorluğu var elbet ama çok emek isteyen, alın terini her anında hissettiğiniz, hakkıyla yapanın eli öpülesi işler bunlar. Canım Atam boşuna "Köylü milletin efendisidir." dememiş anlayacağınız. Nadiren de olsa babam, rahmetli annem ve kardeşlerim ile o sulama günlerindeki tatlı telaşımızı; her birimiz bir sırasının başına geçip tarlayı acemice çapalarken ,kim sırasını daha önce bitirecek yarışlarımızı; günlerden  pazar ve maç günüyse ,sıraların arasına karışmış babacığımın küçük radyosundan yankılanan maç seslerini hiç unutmayacağım .Yine öğretmen olan rahmetli amcam, halamlar ve bizim ortak kullandığımız küçük kulübenin gölgesindeki öğle molalarımızı ; gün batarken maaile doluşup ,tır tır tır o garip motor sesi ile yollardaki taşın toprağın sarsıntısı arasında, her birimiz bir tarafa sallanıp dururken, günün tüm yorgunluğunu unuttuğumuz gülüş cümbüş sohbetlerimize tanıklık eden, gidiş ve dönüş yolculuğumuzun sevimli kahramanı minik traktörümüzü nasıl unutabilirim ki.. 🤗

Neyse ben daha fazla anılara girersem çıkamayız bu işin içinden .Velhasıl Eylül ayına kadar o kozalar iyice büyür ,olgunlaşır, sararır ve gelir artık  şerbetçiotunun toplanma zamanı . Sadece bu işin işçiliğini yapan da çoktur ,konu komşu birbirine işçi olarak destek olan da . Öyle bir iki kişiyle olacak şey değildir çünkü. Bir de herkesin ürününün olgunlaşıp, toplama gerektiren dönemi aynı zamana geldiği için yeterli sayıda insan bulmak ciddi bir sıkıntı. Bu işin işçi başı denen bir nevi şefleri vardır. Onlardan birine ek ödeme yapar ,işçi bulmasını istersin. Ya da tanıdığın bildiğin eş dost, konu komşuyu kapı kapı dolaşır, o gün kim müsait hangi haneden kaç kişi gelebilecek tespit edip ,gereken işçi sayısına ulaşmaya çalışırsın. Toplama gününde sabahın beş buçuk altısında kalkılır ve belli yerlerde toplanan işçiler traktörlere doluşur , hep birlikte tarla yoluna düşülür. Sabah erken başlanır ki , günün en sıcak saatine kadar işin çoğu bitirilebilsin.

Çil yavrusu gibi işçiler tarlaya yayılır ,her kökün en tepesinden tele bağlanan ip kesilir ve kozaları, yaprakları, dalları birbirine sarmaş dolaş yere yığılan her kökün başına bir kişi oturup başlar kozaları tek tek koparıp ,çuvalında biriktirmeye..


Gün bittiğinde herkes içi kozalarla dolu çuvallarını kapıp, kantar sırasına geçer . Her yıl kilosu kaç tl den toplanacağı sezon başında belirlenmiştir. Kim kaç kilo toplamışsa yazılır defterlere ki, tüm tarlanın işi bittiğinde herkese hak ettiği ücret ödenebilsin. Kantarın başında babam ve erkek kardeşim ,defter tutmada ben ya da kız kardeşim , anneciğim de dönüş için hazırlık ,toparlanma telaşına geçmiştir o sıra.. 

Kozaların arasındaki sarımtrak tozların (ki o tozlar bira mayasının özüdür işte) havaya yaydığı mayhoş koku, o toz ve yaprakların kınayı andıran reçinesiyle kararan parmaklar ,her ne kadar uzun kollu kıyafetler giyilse de dalların ısırganı andıran yanık tadıyla çalınan el, yüz ve kollar ile istediği kadar kiloyu topladıysa keyifli ,toplayamadıysa hüzünlü yüzlerle doluştukları traktörlerde evin yolunu tutmaktadır artık ot işçileri..

İşçilerin çuvalları tartıldıktan sonra hararlara (büyük çuval) aktarılır ve her gün toplanan şerbetçiotları ile dolu hararlar traktörlere yüklenerek ,işlenmek üzere fabrikaya teslim edilir .O yıllarda tercihe göre ilçedeki Anadolu Efes 'in fabrikası ile Kooperatif alırdı ürünleri, hala öyledir her halde. Aynı her işçinin tarla sahibine teslim ettiği gibi, her tarla sahibi de tüm tarlasından fabrikaya teslim ettiği toplam şerbetçiotunun ücretini sezon sonunda fabrikadan alır. 

İşte artık akla karanın belli olma zamanı gelmiştir. Ürünü ne kadar iri yarı ,kilo tutan cinsten ve o yıl tarladan çıkan toplam şerbetçiotu ne kadar çok ise güler yüzler ve ne kadar ürün zayıf, dolayısıyla toplam hasılat o yıl beklenenden  az ise o derece hüzünlenme sırası tarla sahibindedir şimdi..

Hesaplar ,kitaplar yapılır. Borçlar ödenir ,gelecek yılın giderleri için bedeller ayrılır ve kalabildiyse üç beş kuruş eline ,sezonun bitiş keyfi şerefine , okullar da açılmadan küçücük bir tatil zamanı gelmiştir şimdi. Yani benim en sevdiğim  Manisa ,İzmir seyahatleri ,Kemer altı Çarşısı'nı alt üst edip yapılan heyecanlı alışverişler ve biraz da deniz kokusu alma zamanı ..

İşte size o yılların anıları ,memleketimin kokusu , az da olsa toprağın kokusunu duymuş, şalvarı ve yazmasıyla tarla, tokat diyarlarından koşup gelen çocuk gençliğimden ,dilim döndüğünce 

Şerbetçiotu 'nun hikayesi..  🍃

Sevgilerimle..

   

1 Nisan 2021 Perşembe

Hoşgeldin Nisan🌸🤗

 


Mart doğumlu olduğumdan mıdır bilmem.. Bahar gelmiş gibi kıpır kıpır olur, daha Mart ayında yeşillenir aslında benim yüreğim.. 

Ama bu yıl malum hiç öyle olmadı, olamadı.. Nisan 'da şöyle bir güneşiyle, çiçeğiyle, böceğiyle Merhaba diyeydi iyiydi..

 Her şey, mevsimler bile gelgitlerle dolu ruhum gibi aynı şeyi anlatmaya çalışıyor sanırım..

Hiçbir şey eskisi gibi değil.
Ne taraftan hangi rüzgarın eseceği, kimin hangi dalını kırıp hangi köşeye atacağı ve neredeyse güneşin ne taraftan doğacağı bile hiç belli değil.
Zihnimize kazınmış ezberleri bozma zamanı gelmiş demek ki çoktan..

Yeni renkleri duyumsamak; siyahla beyazın asaletini unutmadan, grinin ahenginde dinlenmek ve sarı ile mavinin cıvıltısını karıştırıp ta yeşili bulduğumuz günleri anımsamak gerek..

Sen uyan ben burdayım diyor bize belki de doğa..
Kırılan dalların peşini bırak. Eline kaç yaprak, kaç yeni tohum düştü onu yeşertmeye bak demekte sanki tüm fırtınalar.. 
Çiçeklerin açmasını bekleme! Gönlün çiçeklensin, ben geleceğim zamanı bilir, tüm çiçekleri önüne sererim der gibi Nisan..

Yeter ki en karanlık köşelere saklamayın umudu..
Hangi köşeden, hangimizin önüne çıkıp ta neleri yeşertecek kimbilir..

O zamaannn yine de "Hoşgeldin Nisan" deyin tüm kalbinizle🌸
Ve önce sağlıkla ; sevgi, iyilik, güzellik, huzur ve çokça umudu doldurup kayıklarınıza, keyifle  salınıverin gölün şu dingin kıyılarında..🌄🌈🍀🦋🐞🧚‍♀️🌷🌿
Gönlünüzden geçen en kıymetli hayallerinizi de koymayı unutmayın ama sakın azık torbalarınıza..
Sevgilerimle 🤗🙋‍♀️